Üç Anadolu Efsanesi – Yaşar Kemal
Evvela efsanenin ne olduğunu söyleyerek başlayalım yazımıza. Efsane’nin ilk sözlük anlamı şudur: Eski çağlardan beri söylenegelen, olağanüstü varlıkları, olayları konu edinen hayalî hikâye, söylence. İkinci anlamına bakalım: (Mecazi) Gerçeğe dayanmayan, asılsız söz, hikâye vb. Bunlar burada bir dursun. Biz bir de Vikipedi bilgisine başvuralım: Efsane ya da söylence, yıllarca gerçekten olmuş gibi kuşaktan kuşağa aktarılan öykülerdir. Efsanelerde anlatılan olaylar bazen gerçeküstü olabilir; ama çoğunlukla gerçek olaylara ve gerçekten yaşamış kişilere dayanır. Bu öykülerin çoğu kahramanca işler yapmış kişilerle ilgilidir.
Kitabımızın adında da ‘efsane’ sözcüğü geçtiği için bu açıklamayı önemli görüyorum. Bence bizim işimize yarayacak, yolumuzu aydınlatacak tanımlama daha çok Vikipedi tarafından yapılmış gibi.
Şimdi gelelim kitabımıza…
İlk baskısı 1967 yılında Ararat Yayınevi tarafından yapıldı. 2003 yılından itibaren ise kitabı YKY basmaya başladı. Ben kitabı YKY’den okudum ve elimde olan baskısının arka kapağında şöyle kısacık bir yazı var: Halk söylencelerine, efsanelere duyduğu hayranlıkla Köroğlu, Karacaoğlan ve Alageyik efsanelerini kendine has tarzıyla kaleme alan Yaşar Kemal, anlatım gücünü besleyen bereketli topraklara olan vefa borcunu da Üç Anadolu Efsanesi ile öder.
İlk efsane Köroğlu’dur: Ruşen Ali’nin babası olan Koca Yusuf’un gözlerini kaybetmesi, Koca Yusuf’un intikam aşkı, Ruşen Ali’nin Köroğlu oluşu anlatılmaktadır. Beyin işine yaradığın müddetçe sana ihsanda bulunulur. Yalnız; bir de ters anına denk gelme beyin, bir de senin ona yanlış yaptığını düşünmeye görsün… Allah muhafaza gözüne mil çektirir. Çok fazla ayrıntıya girmeyelim ama iki noktaya daha değinelim. Birincisi: Bu ilk efsanenin en güzel kıssası bana kalırsa Köroğlu’nun yiğitliği bir küçümencik itten öğrenmesidir. Yeri gelir bir küçümencik it, kendi rızkını -bütün mahallenin koca koca köpekleri bir araya gelse nafile- kimseciklere kaptırmaz. İkincisi: Efsanenin başında çizilen Osmanlı profili biraz daha farklı olamaz mıydı acaba? Okuyunca sizin de bu konuya dair bir fikriniz muhakkak oluşacaktır.
İkinci efsane Karacaoğlan’dır: Karacaoğlan’nın nasıl ün kazandığı, gönüllere nasıl girdiği, Elif’e olan aşkı anlatılır. Bu efsane de tıpkı anlatılan ilk efsane gibi şiirle harmanlanarak yazılmıştır. Bana kalırsa bu da ayrı bir tat katmıştır. Bu efsanede altını çizmek istediğim husus şu: Önceden âşıklara epey önem verilirmiş. Şimdi âşık nedir, kimdir diye sorsak kim bilir, kim cevaplayabilir acaba? Geçelim efendim…
Son efsane Alageyik’tir: Burada da Halil ile Zeynep’in hikâyesi anlatılır. Tutkunun aşırıya varmasının sonucu nedir, bu anlatılır. Yine, insanın uslanmazlığı da konu edilir. Okuduğunuzda anlayacaksınız Halil’in geyik sevdasının nelere mal olduğunu…
Toparlayalım…
Efsanelerde birtakım benzer unsurların varlığı da dikkati çekmekte… Efsanelerin hepsinde; bir sevda var, bir düşman var, bir dost/yardım eden var ve bir de yanık yanık türküler var. Şiirle harmanlanmış efsaneler…
Halk edebiyatına meraklı olanların zevk alarak okuyabileceği bir eser. Genel okuyucu kitlesi içinse okunmalı diyemem belki ama okunabilir. Size bir şey kaybettirmeyip aksine kazandıracağı kanısındayım.
KEMAL, Yaşar(2010). Üç Anadolu Efsanesi, YKY, İstanbul.
Dipnot: Epeydir kitaplarla ilgili yazı yazamıyorduk. Bu kitapla ilgili yazımızla birlikte yeniden başladık. Umarım devamı gelir.
İlk serüven Gılgamış ile Gök tanrısı Anu arasında geçer. Halkına acımasız davrandığı için Gılgamış’a öfkelenen Anu, onu öldürmek için vahşi bir hayvan olan Enkidu’yu üzerine salar. Enkidu ile Gılgamış arasındaki savaşta Gılgamış üstün gelir. Daha sonra Enkidu Gılgamış’ın en yakın dostu ve yardımcısı olur.